Halk mı Devlet Sistemi mi?

4 nisan 1998′ da yazılmış bir yazı

Bu başlık, gerçekten çok önemli bir konunun basit bir özetidir. Bu öyle bir konudur ki, buna inanmayan ve kendisini yıllardır Müslüman sanan bir kişiye tek cümle ile
“ hayır, sen müslüman değil, müşriksin” diyebiliyor, bir insanın İslami çizgideki yolunu belirliyor, kendisine inanılmadığın da ise onun ömür boyu kalacağı ve oradan çıkma ihtimalinin olmadığı bir yere Cehenneme götürüyor maalesef….
Maalesef diyorum çünkü bu konu mantıklı bir insanın rahatla kavrayabilceği kadar kolay ve içeriğinin doğruluğu kesin olan bir konudur. Bu konunun doğruluğu öyle ayetler ve sünnetteki sahih hadislerle belirtilmiş ki, onun doğruluğuna inanmayan bir kişinin aklından şüphe etmek gerekir.Bu konu, “bir devletin Dar’ul harb mi yoksa Dar’ul İslam mı yani islam devleti mi yoksa tersi mi olduğunu nasıl kavranabileceği” konusudur.

Şimdi biraz daha açalım.Bir ülke düşünün!… O ülkenin içinde yaşayan insanların
%90 ınından fazlasının müslüman(!) olduüu belirtiliyor.Ve o ülkenin adı duyulduğunda
“ ha…o islami devlet mi?” denilebiliyor.Şimdi size bir soru:” bu özelliklerini belirttiğim ülkeye siz peşinen diyebilir misiniz? “ Cevabınız evet ise yanıldınız. Neye dayanarak İslami bir devlettir diyorsunuz? %90 ınından fazlasının müslüman kişilerden oluştuğunu söylemesinden, belirtilmesinden mi yoksa başkaları o ülkenin adını duyduğunda
“ o islami bir devlettir” demelerine? Bu özellikler yüzünden o ülkeye İslam devleti demeye hiç mi hiç hakkınız yok. Niye mi? Çünkü bir takım şeylerin olabilecek olmasına ihtimal vermek zorundasınız.Zorundasınız çünkü çünkü o ihtimallerin olması, sizi maalesef “müşrik (Allah a ortak koşan kişi) yapıyor. O ihtimaller ne mi?
Bir tanesini belirteceğim. Bu, fazlasıyla yeter. ”Bahsettiğimiz ülkenin yani %90 ınından fazlasının müslüman olduğu söylenen ülkenin rejimi,sistemi,devlet yapısı ,insanları yönetme şekli ve usülü,dayandığı temel ilkeler,onu oluşturan birim ve sistemler,organlar vs.. nelerdir?”

Bu soruların cevaplarını bulduğumuzda o ihtimalleri de kavrayacaksınız.
Eğer bahsettiğimiz devlet,”Kur’an-ı Kerrim dışında insanların kendi elleriyle yazdıkları bir anayasanın kuralları içerisinde yönetiliyorlarsa o devlet gayri islamidir, küfür devletidir.” Velevki o ülkenin içinde yaşayan insanların %99,9 u “ gerçek müslüman olsun” yorum yine değişmez. Çünkü o devlet, bu ezici çoğunluğa aldırış etmemiş, bunlara rağmen gayri islami anayasasını devam ettirmeye,uygulamaya,uygulatmaya devam etmiştir.Peki bundan çıkarabileceğimiz sonuç nedir?
Sonuç şu: “ Bu ülkenin Dar’ul İslam veya Dar’ul Harp oluşunu içinde yaşayan insanların islami özellikleri değil,o ülkenin o insanları yönetim şekli ve o ülkenin dayandığı temeller, kısaca o ülkenin sistemi belirler.”

Hakimiyetin Allah’da olduğu gayet açıktır. (yusuf süresi 40,ayet) İslam dininde, din işleri ile devlet işlerinin birbirinen ayrılamayacağı, aksine her zaman et ve tırnak gibi beraber olmaları gerektiği,yüce Rasul Hz.Muhammed’in Medine’de kurmuş olduğu ve eşinin de bir daha görülmediği o devletin yapısına bakıldığında anlaşılıyor; bu gayet açık ve nettir. İslam devletinde evli bir adamın veya kadının evli olduğu eşinden başka birisiyle cinsel ilişkide bulunmasının gerekli şartlar sağlandıktan sonra cezası gayet açıktır….
Benzer şekilde yine İslami dininde içkinin,faizin,kumarın da yasak olduğu bilinmektedir. Peki şimdi soruyorum:” Bir ülkede bu söylediğim şeyler, hatta ve hatta bir tanesi bile uygulanmıyorsa; yani o ülkede faiz,içki,kumar yasak değil de serbest ise, evli olduğu halde zina eden kişi gerektiği gibi cezalandırılmıyorsa, faiz serbest ve hatta vezgeçilmesi imkansız olan bir kavramsa, o ülkede “kahrolsun Şeriat” diyenler tutuklanmıyor tersine değer görüyorsa,fuhuş resmi olarak serbest ise, evlilik şartı için resmi nikah yeterli görülüyorsa, başörtülü üniversite öğrencileri, geleceğin doktorları,mühendisleri vs… okula alınmıyorsa, rüşvet,yolsuzluk başını almış ilerliyorsa ……
siz o ülkeye İslami diyebilir misiniz Allah aşkına? Yani daha nasıl açıklama yapılabilir ki?Yani bu açıklamalardan sonra eğer o ülkede yaşayan halkın ezici çoğunluğu müslüman ise bile, siz artık bu ülke müslüman bir ülkedir diyebilir misiniz? Bu ezici çoğunluk o ülkede İslami yönetim şeklini getiremiyora bu, o ülkenin küfründe ne kadar inatçı olduğunu göstermiyor mu? Ha, şöyle bir durum da var: Eğer bu bahsettiğim ülkenin rejimi bu çoğunluk tarafından çeşitli yolarla bilerek veya bilmeyerek veyahut İslamı getirme amacıyla(takiyye) bazı şekillerle destekleniyorsa vay o insanların haline!….

Bir gerçek müslüman yaşadığı ülkenin rejiminin gayri islami olduğunu bilmesine rağmen o ülkenin meclisine oy vererek adam sokuyor veya buna çalışıyorsa, o kişi yine müşriktir.Bunu bilsin veya bilmesin farketmez.Ha şöyle bir durum daha var:
Eğer o ülkeye vergi ödemek zorundaysa ve o vergiyi ödemediğinde onun aleyhine kötü gelişmeler meydana gelecekse durum tabi ki değişir. Ve yine böyle bir ülkede sırf ülke güçlenmesin diye kaçak elektrik kullanmak da yanlıştır. Çünkü devreye kul-hakkı giriyor ki bu da büyük günahlardan biridir. Yaşadığı devlet islami devlet değilse bile erekli bazı kuralları yerine getirebilir. Eğer bir müslüman böyle bir ülkede “islamı haykırdığında tutuklanıp işkence görüyorsa, o ülkenin İslami olmayan rejimine laf attığında ceza görüyorsa ve bundan da müslümanlar zarar görüyorsa böyle bir yola başvurmamak, İslami yöntemi uygulamaktır, peygamberin yöntemi.Bu durumda bir müslüman sadece buğzedebilir ki bu, imanın en zayıf yönüdür.Gizliden peygamberin metoduyla İslamı yaymaya çalışmalıdır. Ülkenin islami olmaması müslümana bazı yükümlülükler yükler.Yani “nasıl olsa yaşadığım ülke islami değil.oruç tutmasam veya namaz kılmasam,haksız yolla para kazansam da olur” gibi laflar söylememeli,DAİMA BİR İSLAMİ DEVLETTE YAŞAMA EN KÖTÜ İHTİMALLE İSTENMELİDİR. Günümüzde de durum budur.Tabi yewr yüzünde bir İslami devlet varsa oraya hicret etmek zorunludur aksi takdirde müstez’af olur; ama dünyada böyle bir devlet yok maalesef.Ve peygamberimizin Mekke’de yaşadığı ve 3 yıl süren GİZLİ İSLAMİ HAYAT, belki de günümüzde bir müslüman için ömür boyu sürebilir.

Biraz Düşüneyim kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Günümüz cahiliyye toplumu

Günümüz, aktif cahili toplumu; İslâm aydınlığından mahrum, bünyesi şirkle dolu, fesadın her yeri kapladığı, fuhuş, zina, sınırsız arzular, kin, önüne geçilemez mal ve servet hırsı, benlik, nefret, içki ve alabildiğine insanı ürküten insanlık dışı hayatın tüm unsurlarına sahiptir. Bütün bunlara, tahrif edilmiş dinleri, dinleştirilen mezhepleri, bağnaz sofizmin mistik duyguları da eklendiğinde, ortaya çıkan manzara tam anlamıyla kaostur. Böylece toplumların, kitlelerin aptallaştırıldığı, kendi elinin neticelerine karşı çıkan, reddettiklerini alkışlayan ucûbe bir millet görüyoruz…

İslami olma iddiasında bulunulması suretiyle, birtakım İslâmi motiflerle süslü, ancak vahiy ile bağdaşmayan düşünce ve pratiklerin sahiplenilmesi ise, problemin daha da sıkıntılı bir hal almasına sebep oluyor. Demokratik, laik, çağdaş, liberal v.s gibi süslü laflarla toplumlar köleleştiriliyor… uyutuluyor…

Demokrasi. Şuursuz kalabalıkların yönetimi. Bu kuru kalabalığın, her türlü köleliği kendisine reva gördüğü sistem. Egemenliğin cehalete teslimi. Efendiler tarafından ayaklara vurulan prangaları, kendi elleriyle kafalarına vuranların sistemi… “Buyurun sırtımıza binin! Sizi taşıyalım efendim!” diyenlerin düzeni… Demokrasi, arzulanan hak ve adaleti tesis edebilmekten uzak, kadın, müzik gibi araçlarla insanların şehevi dürtülerini tatmin edip putlaştıran ve putlarını da (çareyi tüketmeyip) hoşnut edenlerin yönetimi… Bir avuç kendini seçtirmiş imtiyazlıların ve despotların çiftliği… Şuursuz çoğunluğun destek ve iştirakiyle rasyonelleştirdiği, koyun sürülerine bile reva görülemeyecek sistem…

Hiçbir akıl sahibi, kaynağı Allah (c.c.)’ye itaate dayanmayan, çoğunluğun her zaman hak üzere olacağını söyleyemez. Allah (c.c);
“Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tabi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler.” (En’âm 116)
“Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah’a iman ederler.” (Yusuf 106)
Kapitalist, demokratik sistemler, kitleleri aptallaştırmış, düşünmekten alıkoymuştur. Böylece pasifize edilmiş fertleri de, hayatın en zelil ve aşağılık halini yaşarlar.
Bunların içinde de hiç kuşkusuz en zelilleri, kendilerini İslâm’a nisbet ettikleri halde, İslâm’ın hakimiyeti için en ufak bir endişe bile duymayan, İslâm dışı batıl ve cahili hayat tarzlarını destekleyen, seven, işbirliği yapan, hatta onların fetva makamı olan, sistemin açmazlarında denge unsuru olarak kendilerine başvurulan kafirlerdir. Maalesef bazılarıysa, kendilerinin tâğûti sistemden beri olduklarını söyledikleri halde, kafirlerle velâyet bağı kuranları bu kez kardeş kabul ederek onları vahdetlerine (!) iştirak ettirirler.

Allah (c.c)’yü yaratıcı olarak kabul ettiği halde, hükmedici olarak kabul etmemek veya hükmün bütünüyle Allah’a ait olduğunu askıya almak, yani sıfatlarından kimini kabul ederken kimini de kabul etmemek, Rabbimiz (c.c)’nün, putperestler olarak nitelendirdiği müşriklerle aynı olmak demektir. Geçmiş kavimleri ve İslâm öncesi cahiliye dönemi insanını müşrik yapan unsurun, Allah (c.c)’yü inkar etmeleri olmadığını görmüştük. Onları müşrik yapan sebep; Allah (c.c)’yü göklerin hakimi kabul ettikleri halde, yerdeki hükümranlığını kabul etmeyişleriydi. Hükümranlıkta pay istemeleri, akıllarına ve nefislerine uymayan hükümleri reddetmeleriydi. Bu ise, kendi nefislerini ilah edinmiş olmalarıydı. Oysa;
“O, göklerde ve yerde tek Allah’tır. Gizlinizi, açığınızı bilir. (Hayır ve şerden) ne kazanacağınızı da bilir.” (En’âm 3)
“Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Bütün işler ancak O’na döndürülür.” Hadid 5)
“…Hüküm sadece Allah’a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf 40)

Meseleye bu perspektiften baktığımızda, geçmiş kavim ve dönemler ile günümüz cahiliyyesinin tek millet olduğunu görüyoruz. Ancak; günümüz cahiliyyesinde artık kendi yaptıkları putlara, öyle alışılageldiği gibi bir tapınma yoktur. Birçok toplumda kendi oluşturdukları, sistemlerini, düşünce ve ekollerini sembolize eden bayrakların, marşların ve çeşitli sembollerin önünde neredeyse tapınmaya varan bir tazim söz konusudur. Bu bir kutsama, ululaştırma halidir. *
Hakkın yerini kuvvet, Lât ve Uzzaların yerini de adayış ve ibadet kasdıyla gidilen, dua edilerek kurbanlar kesilen mekan ve mezarlıklar almıştır. Kendilerini aynı sıfatlarla tanımlayanların ise, daha farklı isimlere sahip putları vardır.
Bu kutsanıp ululaştırılanların adı, Lât, Uzza, Menât, ve sair genel ve özel tanrılar (putlar) değildir. Artık bunların adı, hem dini literatüre girmiş birtakım kelimeler olup İslâmi manalar taşıyacak, hem de şirk dininin putlarının işlevini yapmış olacak şeylerdir. Şeyhler, ermişler, veli ve abdallar… Mezarlar, mabedler, kutsanmış bölgeler, şifa veren eller, çocuk veren kemerler, evlendiren kayıncaklar daha neler neler… Kısacası büyük tanrının yaverleri mesabesindeki küçük tanrı ve tanrıçalar. Yani pagan toplumların, adına Müslüman dedikleri aptal yığınlar…
Günümüz cahiliyyesinde, şunlar Allah için, şunlar da ortakları olan putlar için diye taksimat da yok. Çünkü, artık pagan toplumların bile duydukları o kaygıya sahip değiller. Sadece, mistik duyguları tatmin için Allah’a ayrılan bazı zaman ve mallar var. Zamanın en aktifi, en verimli çağı, malın en güzeli, en göz alıcısı olan dünyalıklar, kendilerine, heva ve heveslerine, hoşnut etmek için çırpındıkları putlarına ayrılırken, atıl kalınan vakitler, üretken olunmayan saatler, dünyalıklardan alıkoymayan zamanlar, göz yummadan alıcısı olunmayan mallar, firavun sofralarından arta kalanlar ve daha nice angaryalar ise, Allah’a bırakılıyor. Bunların içinden de işe yarar görülenler, dünyalıklara aktarılırken, nefis için ayrılan dünyalıklardan ise, Allah için sarf etmekten, mal, can, nefes tüketmekten bahsedilemez.

Rabb Teâlanın, “… Ne kötü hüküm veriyorlar” (En’âm 136) buyurduğu “Ortakları için ayrılan (ki günümüzde kendi nefsini merkeze koyan insanın kendini putlaştırmasıdır.) Allah’a ulaşmıyor, fakat Allah için ayrılan ortaklarına ulaşıyor!” (En’âm 136)

Sanat ve ilerleme adına da, kendi yapıp kendi taptıkları, şiirleri, kitap ve resimleri, söz ve şarkıları vardır. Artık Ukaz, Zü’l Mecâz ve Mecenne’leri yok; ancak, her türlü çirkefin sergilendiği festivaller, şenlik ve kutlama haftaları vardır.
Artık adına, Mev’ude (Mev’ude kız çocuklarının diri diri gömülme adetidir) dedikleri adetleri de yoktur. Kız çocukları cinsiyetinden ötürü toprağa diri diri gömme vahşetinin yerini, şimdi Feministlerin savunuculuğunu yaptığı doğum kontrolleri almış. Doğacak çocuğun cinsiyetini beklemeye bile gerek bırakmayan, adına kürtaj dedikleri mev’udeleri vardır. Fal çekmeler, ok atmalar öyle geçmiş ibtidai usullerle yapılmıyor. Çağdaş toplumun mitosları; fallar, burçlar, şans ve talih oyunları artık ilerici(!) basın-yayın, TV, kumar otelleri, ilerici demokratik devlet elleriyle organize ediliyor. Bunların birçoğu cahili işlevinden ötürü adına medya denilen (aptal kutusu v.s.) sektör tarafından yerine getiriliyor.

Kabilelerarası savaşların yerini, müstekbirlerin sömürülerini garantiye almak için mustaza’aflara karşı yaptıkları sıradan savaşlar almıştır.
Tarihte ki Zü-Nüvas’ların* ve Fayton’ların Yahudi vahşetini sergileyip inananları ateş çukurlarında yakma işinin, diri diri toprağa gömme işinin ve evlenen kızları ilk gecesinde kendi yanlarında alıkoyma vahşetinin yerinde şimdi güçlünün güçsüze reva gördüğü her tür zulüm için kullanılan, paranın baskı gücünü görüyoruz.

Şuayb (a.s)’ın kavminin ölçüyü tartıyı eksik tutması, -ki bu halleri helak sebebi oldu- üçkağıtçılığı ve aldatmayı beceri haline getiren günümüz ticaret erbabının yanında dürüst kalmaktadır.
Artık evlere işaretler bırakarak yapılan zina da yok. Diskotekler, pavyon ve barlarda o işler serbestçe yapılır olmuş. Koca, bir kadınla beraber olurken, karısı da bir başka erkekle birlikte oluyor.
Lût (a.s)’ın kavminin, kadınları bırakıp erkeklere yaklaşması, şimdi Avrupa’da “She and She” ve “He and He” gösterileriyle savunulmakta ve toplumun her kesiminde yaygınlaşmaktadır. Hatta şimdilerde batı toplumunun büyük bir kesiminde normal bir hal olarak karşılanmaktadır. Yaptıkları iğrençliklere “Lûtilik” veya “Dayzen” isimlerini vermiyorlar, ancak bu iğrençlikleri yeni isimler ve tanımlamalarla daha yaygın bir halde işlemekteler.

“Onun için sen Bizi anmaktan yüzçeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselere yüz verme! İşte onların erişebilecekleri bilgi budur. Şüphesiz ki senin Rabbin, evet O, yolundan sapanı daha iyi bilir; O, hidâyette olanı da çok iyi bilir.” (Necm 29-30)
buyuran Allah azze ve celle; “İşte bu ilk uyarıcılardan bir uyarıcıdır.” (Necm 56)
diye son ve kesin uyarıyla korkutup, geçmiş kavimlerin helaklerine sebep olan şeylerin çok daha fazlasını hatta tümünün sapıklıklarını üzerlerinde topladıkları halde böylesi insanların helak edilmeyişlerinin sebebini de;
“Eğer Allah, yaptıkları yüzünden insanları (hemen) cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı yaratık bırakmazdı. Fakat Allah, onları belirtilmiş bir süreye kadar erteliyor. Vakitleri gelince (gerekeni yapar). Kuşkusuz Allah, kullarını görmektedir.” (Fatır 45) diye bildirmektedir.
*… Fakihlerden biri dedi; “Muallim sanki İsrail kavminin putları varmış gibi puta tapıcılık aleyhine konuştun ve bize haksızlık etmiş oldun.” İsa cevap verdi; “Bugün İsrail halkında odundan heykeller olmadığını ben de pekala biliyorum; fakat etten heykeller var.” …” (Barnabas İncili. s.101.) Bu geçmişteki cahiliye ile günümüz cahiliyyesini kıyaslama açısından dikkate şayan bir örnektir. Yani putçuluk sadece şekillerde aranmamalıdır.

** Zü-Nüvas’ın asıl ismi Tübban’dır. Yahudi dinini kabul ederek Yusuf adını almış ve zulme başlamıştır. Kur’an’da zikredilen Ashab-ı Uhdud’dan maksad Zü-Nüvas ve tebasıdır. Onbinlerce insanı ateş çukurlarında yakmıştır. Zü-Nüvasın ismi Fayton olarak tarihe geçmiştir. Yahudi başkanıdır. (İslâm Öncesi Arap Tarihi. N.Çağatay. s.95)

Dini Doğru Anlamak – Ahmet Y. Özütoprak

Biraz Düşünelim kategorisinde yayınlandı. Etiketler: , . Leave a Comment »

İnsanların çoğu Allah’a ortak koşarlar

“Onların çoğu Allah’a ortak koşmaksızın O’na inanmazlar.” (Yusuf 106)
Olayları, olguları ya da kişileri değerlendirirken, yeryüzü kökenli değer ölçütlerini benimseyerek Allah’a ortak koşarlar! Yarar da zarar da Allah’ın elinde olmasına karşın, bunları sadece nedenlere bağlayarak bir tür determinizmle O’na, Allah’a ortak koşarlar! Tek bir olan Allah’ın şeriatını temel almamış bir yönetici ya da yönlendiriciye itaat ederek; Allah’ın gücü dışında bir güce boyun eğmek suretiyle O’na ortak koşarlar! Allah’ın dışında, O’nun kullarından birine umut bağlamakla Allah’a ortak koşarlar! Aslında diğer insanların bir tür beğenisini kazanabilmek amacıyla kendilerini feda ederek Allah’a ortak koşarlar! Bir yarar sağlamak ya da bir zararı bertaraf etmek için cihada katıldıklarında, Allah’dan başkasının rızasını gözeterek Allah’a ortak koşarlar! İbadet sırasında Allah’ın yanısıra, başkalarının da hoşnutluğunu kazanmaya çalışarak Allah’a ortak koşarlar! Bu nedenledir ki Peygamberimiz: “İçinizdeki şirk, karıncanın ayak seslerinden bile sessizdir!” buyurmuşlardır.
Hadislerde bu gizli şirke ilişkin, başka örnekler de yeralmaktadır: Tirmîzî’nin, İbn Ömer’den aktardığına göre, Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Allah’dan başkasının adına üstüne yemin eden, Allah’a ortak koşmuştur!”
İmam Ahmed, Ebu Davud ve diğer hadis imamlarının, İbn Mesud’dan aktardıklarına göre Peygamberimiz: “Büyücülük ve muskacılık, şirktir!” buyurmuştur.
İmam Ahmed’in Müsned adlı eserinde, Ukbe bin Amir’den aktardığına göre, Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Muska ya da nazarlık taşıyan, Allah’a ortak koşmuştur!”
Ebu Hureyre’den de şu şekilde bir hadis aktarılır: “Resulullah -salât ve selâm üzerine olsun- şöyle dedi: “Allah buyuruyor ki: “Ben ortaklara en muhtar olmayan en uluyum. Kim işlediği herhangi bir amelde başkasını bana ortak koşarsa, onun bana koştuğu ortakla başbaşa bırakırım.”
İmam Ahmed, Ebu Said bin Ebı Fedale’den şu hadisi aktarır: “Resulullah’ın -salât ve selâm üzerine olsun- şöyle dediğini duydum: “Hakkında en ufak bir kuşkuya yer bulunmayan kıyamet gününde Allah, ilk insandan son insana varana dek herkesi biraraya topladığında bir münâdî; `Allah için yaptığı bir işte O’na ortak koşmuş kimse varsa, yaptığının karşılığını gitsin o ortak koştuğundan istesin! Çünkü Allah, ortaklara en muhtaç olmayan en uludur…” diye seslenecektir.
Yine İmam Ahmed, Mahmud bin Lebid’den şöyle bir hadis aktarmaktadır:
“Resulullah -salât ve selâm üzerine olsun- “Sizin adınıza en çok korktuğum, küçük şirktir” buyurdular. Çevresindekiler bunun üzerine: “Ey Allah’ın elçisi! Küçük şirk nedir?” diye sordular. O da buna cevap olarak dedi ki: “Riyâdır! Kıyamet gününde insanlar yaptıklarıyla birlikte huzura geldikleride Allah onlara: `Hadi şimdi dünyadayken kendilerine riya yapıp gösterişte bulunduğunuz kimselerin yanına gidin! Bakalım onlar size yaptıklarınızın mükafatını verebilecekler mi!’ buyuracaktır.”
İnananların kendilerini kollayıp imanlarını koruyabilmeleri için sürekli dikkatli olmaları gereken gizli şirk işte budur.
Bir de gözle görülür apaçık şirk vardır. Bu da yaşama ilişkin herhangi bir meselede Allah dışında herhangi bir kimseye boyun eğilmesidir! Allah’ın şeriatı dışında bir şeriatla yargılanmayı kabul etmektir! -Bunun şirk olduğu tartışma götürmeyecek denli kesindir!- Allah’ın belirlemediği bütünüyle insanların çıkardığı bayramları ya da törenleri benimsemek vb. biçimde herhangi bir geleneği kabullenmektir! Allah’ın bırakacak, Allah’ın buyruğuyla çelişecek bir kıyafet modelini benimsemektir!.. Bu tür konularda, kulların Rabbinin apaçık buyruğunu bir yana bırakarak, kulların çıkardıkları yaygın sosyal bir geleneği benimseme ve kabullenme sözkonusu olduğundan, yanlış hareket etme suretiyle işlenen günah sınırlarının da ötesine geçmektedir… Zira böyle bir durumda sözkonusu eylem, günah değil, düpedüz şirktir! Neden diye sorulacak olursa, bu tür bir eylem, Allah’ın buyruğunun tam tersine, Allah dışında bir otoriteye boyun eğmenin göstergesidir! Bu açıdan sözkonusu türden bir eylem, oldukça korkunç ve tehlikeli bir iştir…
Nitekim bu noktada Allah’ın sözü de açıktır: “Onların çoğu Allah’a ortak koşmaksızın O’na inanmazlar.”
Bu ayet, Arap Yarımadası’nda Peygamberimizle bizzat karşılaşmış bulunan kimseler için geçerli olduğu gibi, daha sonraki zamanlarda yaşayan ve dünyanın neresinde olursa olsunlar, tüm insanları kapsamı içine alan bir tespittir.
Varlıklar dünyasının dört bir yanında karşılaştıkları Allah’ın ayetlerini umursamayan; hiçbir ücret istenilmeksizin kendilerine sunulmuş bulunan Kur’an ayetlerinden yüz çeviren bu insanlar, daha neyi beklemektedirler acaba? Evet, neyi beklemektedirler?

Fi Zilal’il Kur’ân – Seyyid Kutub

Biraz Düşünelim kategorisinde yayınlandı. Etiketler: , , . Leave a Comment »