Kader nedir ve “Kader utansın” gibi ifadeleri kullanmak doğru mudur ?

KADERİ SUÇLAYAN o kadar söz var ki, saymakla bitmez.

Kendine söz geçiremeyen, kadere taş atar. Kimseyi suçlayamayan, kaderi taşlar. Karşısındakine gücü yetmeyen kadere yüklenir. Böyle bir kör dövüşüdür gider. Kime vurduğunu bilemez, vurduğu yeri göremez, rast gele hücum eder. Beceriksizliğini, tembelliğini ve bilgisizliğini kendi üstüne almaz, eline geçen taşı kadere fırlatır, durur.

“Kader utansın” der. Kader ne yapmış ki utansın, kaderin utanacağı neyi vardır? Gerçekten utanması gereken birisi varsa, o da kişinin kendisidir aslında… Kader bir suç işlememiş, bir hata yapmamış, bir yanlışa girmemiştir. Suçu işleyen, hatayı yapan, yanlışa giren kişinin kendisi olduğu halde; neden kader hatalı olsun?

Geçen zaman içinde daha büyük bir kayba uğramış, daha büyük bir zarar etmiş, daha büyük bir belaya çarpılmışsa, kadere olan kızgınlığının dozunu biraz daha arttırır.

Bu sefer ağzından çıkanı kulağı duymaz halde, söylediği sözlerin nerelere vardığını düşünmez biçimde, açar ağzını, yumar gözünü, Allah muhafaza “kahpe kader” deyiverir.

Gerçekten insanoğlu garip bir varlık, tuhaf bir yaratık. Plânsız, programsız iş yapar, bir işe başlarken başını sonunu düşünmez, ele aldığı işin neye mal olacağını hesaplamaz, kendi eliyle kendini tuzağa düşürür, köşeye sıkışır kalır.

Bu sefer de ağzının dolusuyla, “Kader unuttu beni”, “Gözü çıkası kader, ne istedin benden?” gibi bilir bilmez, ileri geri atar tutar. “Kader kötü bir oyun oynadı” der, fakat kendisi oyunu kuralına göre oynamamıştır.

Bu gereksiz ve yersiz sözlerin hiçbirinin bir Müslüman’ın ağzından çıkmaması lazım… İnanan bir insan böyle sözleri söylememesi gerekir. Söylenmemesi bir tarafa, bu sözlere karşı tavır koymalı, böyle sözlerin toplumda barınmasına, tutunmasına meydan vermemelidir.

Neden mi? Çünkü kader dediğimiz şey bizim dinimiz, imanımız, inancımız ve itikat alanımızdır. Daha ilk çocukluk yıllarımızda bize ilk öğretilen imanın şartlarından biri de kadere iman etmek değil midir? Hayrın da şerrin de, iyiliğin de kötülüğün de Allah’tan geldiği değil midir?

Kader, Allah’ın bilmesi, her şeyin O’nun bilgisi altında olmasıdır. Allah’ın ezelden ebede kadar meydana gelecek olayların zamanını, yerini ve niteliklerini önceden bilmesi ve takdir etmesidir. Yani Yüce Allah, olmuş olacak, gelmiş gelecek her ne varsa onları önceden plânlıyor, zamanı gelince de yaratıyor.

Kader bir ölçüdür, bir miktardır. Bir plandır, bir programdır. Kâinat ve içindekiler, insan ve geleceği her şey Allah’ın takdiri iledir, koyduğu bir ölçüye göredir.
Kur’an diyor ki:

“Allah’ın emri biçilmiş bir kaderdir.”
(Ahzab, 33:38)
“Biz her şeyi bir kaderle yarattık.”
(Kamer, 54:49)
“Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri bizim katımızda olmasın. Ama biz onu ancak belirli bir kaderle/miktarla indiririz.”
(Hicr, 15:21)

Kaderin bizimle ilişkisi nasıl gerçekleşiyor? Bizim yetkimiz nereye kadar, yaptığımız işlerde kaderin payı ne kadar?

Allah Teala insanları yaratmış, onlara diğer yaratıklardan farklı olarak akıl, irade ve güç vermiştir. İnsan, aklıyla ve iradesiyle iyi olanı seçecek, kötü olandan sakınacaktır veya tam tersini yapacaktır.

İnsanın bu seçme gücüne cüz’î irade diyoruz. Yani kişisel istek, yapma niyeti, yapma eğilimi demektir.
İnsan bir şeyi yapmak ister, bir şeyi yapmaya niyet eder, birçok seçenek içinden birisini tercih eder, seçer. Allah da, insanın tercih ettiği o şeyi yaratır.

Meselâ, elimizi kaldırmak istedik, indirmek değil de kaldırma tercihini yaptık, işte o anda Allah elimizi kaldırma fiilini yaratıyor. Çünkü biz kaslarımıza, kanımıza, beynimize, hükmedemiyor, söz geçiremiyoruz. Bu yapma ve yaratma işini Allah yapıyor. Elimizi kaldırdık ve karşımızdaki adamın suratına bir tokat indirdik.

Tokat vurmayı isteyen kim? İnsan.
Tokadı, adamın suratına indirmeyi yaratan kim? Allah.
Burada sorumlu kim? İnsan.

Yine kolumuzu kaldırdık, karşımızdaki kişinin boynuna attık, ona olan sevgimizi ifade ettik.

Onun boynuna kolumuzu atmayı isteyen kim? Biz.
Kolumuzu karşımızdaki kişinin boynuna atma fiilini yaratan kim? Allah.
Burada sorumlu kim? Biz.

Demek ki, biz ne istiyorsak, hangi işi yapmayı tercih ediyorsak o işi Allah yaratıyor. Ve biz de yapılan işten sorumlu oluyoruz.

İşte Allah’ın bu yaratmasının adı kader programının kaza edilmesi, uygulama alanına konmasıdır.

Allah kâinatı ve kâinat içinde yaşayan bizleri, bizim bedenimizi, kaşımızı, gözümüzü bir plân içine almıştır. Allah, plânladığı her şeyi zamanı gelince yaratır. Ancak cüz’î irademize bakan kısmını boş bir sayfa olarak elimize vermiştir. O boş sayfayı biz doldururuz. Oraya ne yazmışsak Allah da ona göre yaratır.

Allah dilimizi yaratmış ve dilimize konuşma kabiliyeti de vermiş. Biz kötü söz söylemeyi tercih edince, Allah o kötü söz fiilini yaratıyor ve kötü sözler dilimizden dökülüyor. İyi söz söylemeyi tercih edince de Allah o iyi söz fiilini yaratıyor ve o kötü sözler dilimizden dökülüyor. Kötü söz söyleyince sorumlu biziz, iyi söz söyleyince de sevilen biziz.

Allah’ın dilimize konuşma özelliğini vermişdir. Fakat biz o dili kullanmada sorumluyuz. İyi söz de söylesek, kötü söz de söylesek… İyi söz söyleyince iyi sözü yaratan, kötü söz söyleyince de kötü sözü yaratan Yüce Allah’tır.
Allah insana akıl gibi iyiyi kötüden, güzeli çirkinden, hayrı şerden, doğruyu yanlıştan, faydalıyı zararlıdan, imanı küfürden, cenneti cehennemden ayırt edebilecek irade gibi bir nimet vermiş. Bütün bu birbirine ters olan şeyleri de önüne koymuş ve bunları seçme konusunda insanı serbest bırakmış.
Demiş ki: “Ey kulum, sen hangisini tercih edersen, hangisini yapmak istersen, Ben onu yaratırım.”

Kul seçeneklerden birini tercih ediyor, Allah da o fiili, o işi yaratıyor. Niyet edip yapan insan mı sorumlu, yoksa o işi yaratan, var eden Allah mı? Tabii ki, insan… Niye, çünkü isteyen insanın kendisidir.

“Allah isteseydi, ben o kötü işi yapmazdım, o zararlı yolu tercih etmezdim” denmez. Neden denmez? Çünkü Allah insana akıl ve tercihini kullanma gibi imkanlar vermiştir. İnsan bunları kullanmakla mükelleftir.

Çalışmayıp tembel tembel yattın, fakir düştün, perişan oldun, sorumlu kim? Sen.
Güzel bir iş buldun, çalıştın, çabaladın, rahat bir hayat geçiriyorsun, kazançlı kim? Sen.
İşveren ne yaptı? Senin yaptığın tercihler istikametinde seni değerlendirdi, hak ettiğini verdi.

Yepyeni bir araba aldın, dümdüz bir yolda giderken, yoldan çıktın, yolun kenarında duran bir kayaya arabayı çarptın.
Yolu yapanı, biraz sonra gelen trafik polisini, arabayı yapan fabrikayı suçlamaya kalkacak olsan, adama ne derler? Gülerler, değil mi? Çünkü dikkatsiz olduğun için bir tek suçlu varsa, o da sensin.
Bir de “Zaten bu benim kaderimde varmış” deyip de suçu kadere atabilir misin?

Veya yolda giderken, hızını artırdın, biraz sonra önünde seyreden arabaya arkadan vurdun. Biraz sonra trafik polisi geldi, kimi suçlu çıkarır? Seni.
Neden? Çünkü hızlı giden sensin. “Öndeki araba çok yavaş gidiyordu, biraz hızlı gitseydi vurmazdım” diyebilir misin?
Bir de üstüne üstlük, “Ne yapalım kader bu” deyip sorumluluktan kaçabilir misin?

Bir başka örnek: Geldin, viraja çok hızlı bir şekilde girdin, arabayı toparlayamadın ve uçuruma yuvarlandın. Az sıyrıklarla kurtuldun.
Biraz sonra bir adam geldi, dedi ki: “Ben zaten senin böyle yapacağını biliyordum, ben seni yukarıdan gördüm, o hızla virajı alamazdın, mutlaka uçuruma yuvarlanacaktın.”

Şimdi kalkıp o adama, “Suçlu sensin, sen benim uçuruma yuvarlanacağımı bildiğin için ben bu kazayı yaptım” diyebilir misin?
Aynen bu misalde olduğu gibi, bir olayın Allah tarafından bilinmesi, bizi o olayın sorumluluğundan kurtarmaz.

Mehmet Paksu

Biraz Düşünelim kategorisinde yayınlandı. Etiketler: . Leave a Comment »

Mâide Sûresi, 44. ayette geçen; “Allahın indirdiğiyle hükmetmeyenler, kafirlerin ta kendileridir” ayetini nasıl anlamalıyız?

İslamın sosyal hayata bakan yönlerini yanlış değerlendiren bazı kişiler, o yüce dinin bir kısım hüküm ve meselelerine sathi olarak baktıklarından hataya düşmekten kendilerini alamıyorlar. Açmış oldukları bu yanlış çığıra başkalarını da sürüklediklerinden hata genişliyor, neticede zihinlerin karışmasına sebep oluyorlar. İşte bu meselelerden birisi de “Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar kafirlerin ta kendileridir”(l) Mealindeki ayet-i kerimeden çıkarılan hükümdür. Bu ayetin mealinden hareket edenler, İlahi hükümleri tatbik etmeyen kişilerin “kafir” olduklarını, dolayısıyla bunların Müslüman sayılmayacağını söylemektedirler. Gariptir ki, bu ayet-i kerime İslamın ilk yıllarında da tartışmaya konu teşkil etmiş, Hariciye ve İbadiye gibi sapık mezhepler, günah işleyen Müslümanları küfürle itham etmişlerdir. Hatta Hariciler bu ayete dayanarak “Hakem Hadisesinden” dolayı Hz. Ali’yi tekfir etme cüretini bile göstermişlerdir. Halbuki ümmetin cumhuru, imam ve müçtehidleri, onların bu iddialarını çürütmüş ve bir Müslümanın günah işlemesiyle kafir olmayacağını açıklamışlardır.(2)

Bu ayetin tefsirinde Camiu’l Beyan isimli 30 ciltlik tefsirin müellifi İmam Cerir et-Taberi, ayette geçen “küfr”ün islamdan çıkma manasında değil, Allah’ın nimetini inkar, yani nankörlük manasında” olduğunu ve bid’at ehli olan İbadiye grubunun bu ayeti,yönetimi elinde bulunduranların küfrüne delil gösterdiklerini izah eder ve ibni Abbas’tan (r.a.) şöyle bir rivayette bulunur: “Kasden inkar ederek Allah’ın hükümleriyle hükmetmeyen kimseler kafirlerdir. Kabul ettiği halde onunla hükmetmezse zalim veya fasık olur.”

Nitekim, hemen bundan sonraki ayetlerde Allah’ın hükmüyle hükmetmeyenlerin zalim ve fasıklar olduğuna dikkat çekilmektedir.Aynı rivayeti İbni Abbas’tan (r.a.) İmam Nesefi de nakletmektedir. İmam Fahrüddin Razi de 32 ciltlik Tefsir-i Kebir isimli eserinde bu ayetin tefsirini yapmakta, Haricilerin bu husustaki görüşlerinin yanlış olduğuna işaret ederek şöyle demektedir: “Bir kimse Allah’ın hükümleriyle hükmetmezse dahi, kalbiyle o hükümlerin doğruluğuna inanırsa kafir olmaz. Zira küfür, hak olan hükümleri kalbiyle inkar ve lisanıyla reddetmektir . Fasık, kalbiyle tasdik ettiği için mü’mindir. İmanla beraber Allah’ın hükümlerinin aksi ile hüküm vermek diğer günahlar kabilindendir. En doğru olan görüş budur.” (3)

Kadı Beyzavi ise Allah’ın hükümlerini inkar edip onlara hakaret edenlerin kafir olacaklarım açıklamaktadır. (4) İbni Kesir, bu ayetin Yahudiler hakkında nazil olduğunu ifade ederken,(5) Osmanlı devletinin şeyhül islamlarından olan Ebu’s-Suud Efendi, ayette geçen hükmetmemeyi inkar manasında almakta ve “Allah’ın hükümlerini hakir ve basit görerek inkar eden kimse, kim olursa olsun dinden çıkar” demektedir.(6) Diğer çağdaş müfessirler de, ayette geçen “hükmetmeyenler” ifadesinin, “inkar edenler,” yani “tasdik etmeyenler” manasına geldiğini söylemektedirler. Konyalı Vehbi Efendi, “Eğer ayetten maksat bu olmasa Kur’an’ın hilafında birşey irtikap edenlerin (işleyenlerin) kafir olmaları lazım gelirdi. Halbuki, hak olduğuna imanla beraber hilafını irtikap küfür değildir ve olamaz” der. “Çünkü, bilumum günahlar Kur’an’ın hilafıdır. Günahtan hali (hiç günahı olmayan) bir fert tasavvur olunamaz. Eğer her günahı irtikap eden kafir olsa, alemde mü’min bulunmamak gerektir.”(7) Vehbi Efendi, Ebu’s-Suud Efendiye ve Fethul Beyan’a atıfta bulunarak, “Allah’ın inzal ettiği ahkamla [Allah’ın indirdiği hükümlerle> hükmetmemek” hususunda, “istihfaf veya istihlal veya inkar tarıklariyle [bu hükümleri küçük görmek yahut helal saymak veya inkar etmek suretiyle)hilafında hükmün (İlahi hükümlerin aksine hüküm vermenin) küfür olduğunu, ancak bu ahkamın (Allah’ın indirdiği hükümlerin) hak olduğunu tasdik ve ikrarla beraber hilafında hükmün küfür olmadığını belirtir.(8)

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, ayetteki “hükmetmeme”nin, “Onun hakimiyetini tanımamak” durumunda küfre gireceğine işaret eder.(9) Ömer Nasuhi Bilmen de şu izahı getirir: “Bir kimse hükm-ü İlahiyi kalben kabul etmez, onu bile bile lisanen inkar ederse o takdirde kafir olur. Fakat onu kalben tasdik ettiği halde terk eylerse kafir olmaz, günahkar olur.” (10) Bilmen, büyük İslam alimi İkrime’den de şu iktibası yapar: “Her kim Allah Teala’nın hükmettiği ile, onu bilerek inkar ettiği halde hükmetmezse kafir olur. Fakat her kim onu ikrar ettiği halde onunla hükmetmezse, o fasıktir, zalimdir, yoksa kafir değildir.” (11)

Görüldüğü gibi, bütün müfessirler ayetin tefsirinde görüş birliği içindedir. Hepsi, bir kimse Allah’ın hükümlerini inkar etmediği, onlara hakarette bulunmadığı müddetçe kafir olmayacağı görüşündedir. Nitekim, Bediüzzaman da Münazarat isimli eserinde, bazı kimselerin Kanun-u Esasiyi ve hürriyetin ilanından dolayı idarecileri tekfir ettiklerini belirtmekte ve onların “Allah’ın hükmüyle hükmetmeyenler” ifadesinin “Allah’ın hükmünü tasdik etmeyenler” manasında olduğunu bilmediklerini beyan etmektedir.(12)

O halde, mü’min olarak Ehl-i Sünnet ve Cemaat görüşüne sımsıkı sarılmamız, bid’at ehline iltifat etmememiz gerekir. Büyük imam ve müçtehidlerin tefsir ve izahlarına dikkat edip onlardan istifade etmemiz şarttır. Her hususta olduğu gibi, tekfir meselesinde de bu imamların görüşlerini esas almalıyız. İmam Suyuti’nin “Tekfire yeltenmek, kendini beğenen cahil kişilerin işidir” ikazını da unutmamalıyız.(13)

Kaynaklar
1. Maide Sûresi, 44.
2. et-Tefsirû’l-Kebir
3. et-Tefsirü’l-Kebir, 12:6
4. Tefsir-i Beydavi, 2:295
5. İbni Kesir, 2:61.
6. Tefsir-i Ebu’s-Suûd, 3:42.
7. Hülasatü’l-Beyan,3:1231.
8. A g. e.
9. Hak Dini Kur’an Dili, 3:1690.
10. Kur’an-ı Kerimin Türkçe MeaH Alisi ve Tefsiri, 2:772.
11. A. g. e.
12. Münazarat, s. 69.
13. İ’cazü’l-Kur’an, 3:5/7.

Mehmet Paksu

Biraz Düşünelim kategorisinde yayınlandı. Etiketler: , , , . Leave a Comment »

Kredi Kartı Kullanımı Sakıncalı Mı?

Şu aralar kredi kartı ile ilgili aklıma takılan bir soru var :
“ Acaba kredi kartı kullanmak dinen sakıncalı olabilir mi veya faiz sayılır mı?”
diye. Hemen cevap vermeden önce biraz beyin jimnastiği yapmak faydalı olabilir.
Bir örnek;
Bir arkadaşınızdan borç para istediniz. Arkadaşınız da, “ tabi olur ama eğer şu kadar gün içinde verirsen sorun yok ama sana verdiğim süreyi geçirirsen %x faiz koyup isterim” dedi.
A) Arkadaşınızın size verdiği süreyi geçirip istediği %x faizi verdiğinizde mi faiz günahını işlersiniz,
B) Daha borç parayı dahi almadan, “ tamam, anlaştık” dediğiniz anda mı faiz günahını işlersiniz ?
Cevabınız B) şıkkı ise – ki kesinlikle cevap B) şıkkıdır. Çünkü faiz, karşılıklı anlaşma sonucu doğar- bu taktirde, kredi kartı kullanımı da faiz sayılmaz mı?
Çünkü, kredi kartını almadan önce imzalanan sözleşmede ekstrenin kesildiği tarihten itibaren 10-15 gün içinde borcun ödenmemesi durumunda belli bir yüzde alışveriş faizi uygulanacağı belirtilmekte. Ve sözleşmeye imza atıldığında, iki taraf (banka ve kart almak isteyen kişi) bu konuda anlaşmış olur ki, bu da yukarıdaki örnekle aynıdır. Yani kişi, kredi kartı borcunu zamanında ödeyemediğinde bankanın kendisine şart koştuğu belli orandaki faizi (artışı) kabul etmiş olur.
Bu küçük ayrıntıyı, kredi kartını sık kullanan biri olarak, kısa bir süre önce fark ettim ve ciddi ciddi rahatsız oldum.
Bu konuda yapıcı bir eleştirisi ve bakış açısı olan varsa bana mesaj çekerse sevinirim arkadaşlar…

Biraz Düşüneyim kategorisinde yayınlandı. Etiketler: , . Leave a Comment »